Oyuncu Onur Ünsal: 'Yemediğimiz hakaret kalmadı'

admin

Administrator
Yetkili
Admin
Global Mod
25 Eyl 2020
34,083
0
36
Oyuncu Onur Ünsal: 'Yemediğimiz hakaret kalmadı'
doctype html>
Oyuncu Onur Ünsal: 'Yemediğimiz hakaret kalmadı'

Onur Ünsal şu sıralar çevrimiçi olarak izleyiciyle buluşan yeni oyunu “Babamı Kim Öldürdü” ile izleyici karşısında. Ünsal ile güncel meseleleri de sıcak bir şekilde ele alan oyun vesilesiyle bir söyleşi yaptık. Ünsal “eşitlik ve özgürlük kolayca öğrenilip savunulan şeyler değil” diyor.

Moda Sahnesi’nin pandemi döneminde “Sahneden Canlı” konseptiyle izleyiciyle çevrimiçi olarak buluşturduğu, yönetmenliğini Kemal Aydoğan’ın yaptığı “Babamı Kim Öldürdü” adlı tek kişilik oyunda rol alan Onur Ünsal ile hem sahnede ve tiyatroda yalnızlığı konuştuk hem de oynadığı oyun üzerinden Türkiye’deki hayatı, bir anlamda buradaki yalnızlığımızı... Fransız yazar Edouard Louis’nin yazdığı bir hayli zor ve bir oyuncu için meydan okuyucu bir metin olan “Babamı Kim Öldürdü” babasının ardından onunla yüzleşen bir oğulun iç hesaplaşması olduğu kadar, yaşadığı ülkedeki sistemle de hesabını kesen bir isyankârın sahnedeki infilakı adeta.

- Sahnede tek başına oynayan bir oyuncu boş bir salonda o yalnızlığı daha da derinden hissediyor mudur acaba? Ne diyorsun?

Moda Sahnesi’nde çalıştığım sürede kendimi hiçbir zaman yalnız hissetmedim, burası ekibiyle, seyircisiyle etkileşimi bol bir yer. korona dönemindeki sahneden naklen yayınlarında da bu geçerli, tüm ekip yine orada ve yine aynı heyecanda. Oyunun finali itibarıyla hüzünlendiğim doğru, ancak seyirciler sosyal medyadan da bizi hiç yalnız bırakmıyorlar. Yalnızlıktan çok melankoliye benzer bir his: sanki dünyanın sonu gelmiş de biz bir avuç insan bir şeyler yapmaya çalışıyormuşuz gibi.

ETKİLENMEMEK MÜMKÜN DEĞİL


- “Babamı Kim Öldürdü” romanının (Türkiye’de Can Yayınları tarafından basıldı) yazarı Edouard Louis çok genç yaşta adını duyurmuş ve bugün Fransız edebiyatı içinde kendine şimdiden sağlam bir yer edinmiş bir yazar. Bir özelliği de solculuğu ve muhalif kimliği. Onun bu yanları yakın geldi mi sana?

Buna dürüstlük adına hayır demeliyim, çünkü ben orta sınıf, kolejde ve Anadolu lisesinde okumuş, İzmirli ve ailesinden çoğu zaman destek görmüş, tiyatrocu olana kadar pek parasızlık görmemiş biriyim. Kalbi olan hiç kimsenin bu eserleri okuyup ya da dinleyip etkilenmemesi mümkün değil, ayrıca tiyatroyla profesyonel olarak ilgilenmeye başladığımdan beri hem felsefi hem sosyolojik hem sanatsal olarak bu sorunlarla (yoksulluk, sınıf ayrımı, ayrımcılık, faşizm) çokça hemhal olduk. Zaten Edouard’ın da en fazla istediği şey bu problemlerin görünür olması, benim hayatım da işe yaramış görünüyor. Ayrıca kendime solcu diyecek cesareti hiçbir zaman bulamadım. Eşitlik ve özgürlük kolayca öğrenilip savunulan şeyler değil, insanda bir olgunluk gerektirir, maceram devam ediyor.

AŞIRI ZENGİNLEŞENLER


- Edouard Louis bir yandan da eşcinselliğini gizlemeyen ve bunu ifade eden bir yazar. Otobiyografik bir yanı var yazdıklarının ve güncel politikayı da hiçbir zaman göz ardı etmiyor. Bu anlamda Babamı Kim Öldürdü Türkiye’deki izleyiciye neler söylüyor?

“Eşcinsel nefreti = yoksulluk”. Bu, Edouard Louis’nin kurduğu en düşünülmüş cümle; üzerine en fazla düşünüp en az kelimeyle ifade edebildiği bir net bir cümle. Başta eşcinsellik olmak üzere her türlü ayrımcılığın yoksullukla büyük bir alışveriş içinde olduğunu müthiş ifade ediyor. 21.yüzyılda olmamıza rağmen, sürdürdükleri yoksul ve kötü hayatın sebebini hâlâ bilmeyenlere sunduğu bir hizmet bu. En baştaki cümleyi daha iyi anlamak için Edouard’ın ilk romanı (Eddy’nin Sonu)’nu okuyabilirsiniz; o zaman Türkiye’de eşcinsel nefretinin ve faşizmin neden sürekli pompalandığını; devletin sadece suç dağıtan bir organ haline gelip, ancak yoksulluk, öfke ve geleceksiz bir geçmiş vaat edebilmesiyle bağını çok daha iyi anlarsınız. Bu arada yoksulluk derken, birilerinin de aşırı zenginleştiğini unutmayalım.

KRONOLOJİ KARMAŞASI


- Oyuncu olarak senin için bu metnin zorlukları, meydan okumaları neler oldu?

Yıl kronolojisi yerine, duygu ve fikir kronolojisiyle yazıyor olması, dolayısıyla yaştan yaşa atlamış gibi görünse de çok muntazam bir kompozisyonunun olmasını çok sevdik. Bunu seyirciye aktarırkenken de bizim ilk yaşadığımız kronoloji karmaşasını seyirci yaşamasın istedik. Bizi en çok zorlayan yerlerden biri bu oldu diyebilirim. Benden küçük birinin biyografisini sahnede benmişim gibi yaşayıp aktarmada birtakım sorularım oldu; ben bu işin neresindeyim, aktarıcısı mıyım, devrimcisi miyim, oyuncusu muydum... Edouard’ı mı taklit ediyorum gibi sorularım oldu, bu oynama tavrıyla çok ilgiliydi, bazılarını çözdük galiba. Edouard’ın yazdığı şeylere içlenmek ve tiyatroyu açamıyor olacağımız bilgisiyle prova yapmayı saymıyorum.

AFRİKA’YA BAKIP ‘BİZDE SU YOK’ DEMEK


- Geçenlerde Boğaziçi Üniversitesi’nde yaşanan olaylar sonrası tutuklanan gençlerle ilgili sosyal medyadan tepkini dile getirdin. LBGTİ bireylerin ülkemizde sapkın olarak görülmesini nasıl karşılıyorsun?

Sanırım söylemek istedikleri kelime sapkın değil, sapık; sapkın kelimesinin ne kadar pozitif şeyler çağrıştıran bir kelime olduğunu anlattılar ve benim de çok hoşuma gitti. Düşündüm, sizin de düşünmenizi isterim. Ama kastettikleri hakareti benim birçok yakından tanıyıp sevdiğim insanlara, iş arkadaşlarıma, ailemdeki kimi insanlara etmiş oluyorlar. Bu pek çoğumuz için böyle. Ne hissetmemiz bekleniyor ki? Gerçekten yemediğimiz hakaret kalmadı.

- Pandemi dönemi tiyatrolar için bir hayli zor geçiyor. Bu kadar zor olması gerekiyor muydu gerçekten, bir şeyler yapılamaz mıydı?

Ankapark’ın 750 milyon dolara batırıldığı söyleniyor, bu sadece Ankapark. 3-5 tiyatro sahibi kişi, bırakın o tiyatroların masrafını çıkartmayı ev kirası bile veremiyor. Bu Afrika’ya bakıp “İnanın bizde de su yok” demek gibi bir şey.

Emrah Kolukısa

Lütfen sizde bu eserle ilgili görüşlerinizi yazınız arkadaşlar, bilgi paylaştıkça çoğalır.